Gerçekten de
geçmiş
zaman,
görememişim ben,
şahit olamamışım.
Ukte olup oturmuş içime,
kalbimin yeni kiracısı gelmiş de
çıkmamış ukten, çıkaramamışım bir türlü.
Bir tutam saç buklelenmiş
görülmez kuytularda,
neye uğradığımı anlayamamışım
o yüzden bildiğim kapıları çalıp
tanıdık hayal kırıklığına uğramışım.
Bazen ne yaparsan yap olmazmış ya bazen
işte ben
hep de o bazenlere denk gelmişim
küçücükmüşüm,
acım bedenime büyükmüş,
bedenim ruhuma küçük.
Bu yazıda geçen tüm olay kişiler
hayal ürünü olup
gerçekle hiçbir ilişkisi bulunmamaktaymış
tabi gerçek denilen
yaşananlar ise...
Monday, 13 October 2008
Sunday, 12 October 2008
tell me how you feel
Kırılırsın,
kimse bilmez.
Burulur için,
kursağındaki hevesini yutamazsın
kalakalır boğazında,
kimse bilmez.
İsteyivermişsindir,
olmaz.
Sesin gitmez,
uzaklar uzaklaşır,
şarkılar döngüden çıkmaz,
kimse bilmez.
Ne hissettiğini söylemek istersin
koşullar uygun olmaz,
beklediğin ses gelmez,
kimse bilmez,
kimse bilmez...
kimse bilmez.
Burulur için,
kursağındaki hevesini yutamazsın
kalakalır boğazında,
kimse bilmez.
İsteyivermişsindir,
olmaz.
Sesin gitmez,
uzaklar uzaklaşır,
şarkılar döngüden çıkmaz,
kimse bilmez.
Ne hissettiğini söylemek istersin
koşullar uygun olmaz,
beklediğin ses gelmez,
kimse bilmez,
kimse bilmez...
Thursday, 9 October 2008
suret
Bana ait olmayan yazıları üzerime alınıyorum hâlâ.
Eskilerden kalma bir alışkanlık her halde. Kuşkuluyum. Bu da eskilerden, yeni değil. Acaba diyorum kendimin bile duyamayacağı bir sesle. Konuşmadığım için tüm harfler sessiz artık. Yeti ile istek ne kadar yakın ve ne kadar uzak birbirine. Buradaki "ne kadar"ları çift anlamlı kullanıp kendimce özellik kattım cümleye. Sonuna koyduğum noktalama işareti mi belirleyecek zihnimden geçeni? Neden nokta bu kadar önemli ki? Neden virgülleme işareti değil? Neden virgül koymak ezik kalıyor nokta koymanın yanında? Yine çok soru sordum.
Ne yana baksam
aklım diğer yanda kalıyor.
Sahici duyguların peşindeyken
fasülyeden oluveriyorum.
Farklı takımlarda aynı malubiyet
çıkıyor karşıma
ben düşerken
korunaksız alfabelerden.
Önüm arkam sağım solum
sobe.
Saklanmayan
körebe.
Bana ait olmayan yazıları üzerime alınıyorum hâlâ.
Sahibi olmadığım kelimeleri gasptan suçlu bulunuyorum. Arama emriyle dayanıyorlar kapıma. "Temiz, amirim" diyor birisi, "suç yok üzerinde, temiz." Kesin bir yerlere saklamışımdır ya da ağır gelmiştir taşıyamamıştır ceplerim. Öylece bırakıvermişimdir girişte duvarın yanına. Dünya zamanıyla yıllardır, yalnızlık zamanıyla yazılmadık sözlerdir, kişisel zamanımla şarkılardır birikmişim, biriktirmişimdir. Bir gecelik devalüasyonla sıfırlamışım, iflas edip kendime haciz koymuşumdur. Tüm söz varlığıma el konulmuş, tutamamışımdır. Yedeklediğim için, hiçbir şeyi kaybetmemiş olmam en büyük kaybım olmuştur bazen.
Tüm bunları düşünürken ben kaşla göz arasında, bana ait olduğu için bende kalamayacak olan defterler geliyor aklıma. Şimdiki zamanı geçmiş zamanla karışık kullandığım için kızıyorum kendime. Geçmiş zaman yerine geçti zaman kullanmalıyım belki de.
Saate bakıyorum, vakit epey geç olmuş. Zaman geç olmazdı misal, zaman ölmez de vakit gibi. Geçişsiz eylem olur da özne olmaz. Nesnesi olmadığım cümlelerde gizli nesne sanıyorum kendimi. Ve ben bana ait olmayan yazıları üzerime alınıyorum hâlâ.
Eskilerden kalma bir alışkanlık her halde. Kuşkuluyum. Bu da eskilerden, yeni değil. Acaba diyorum kendimin bile duyamayacağı bir sesle. Konuşmadığım için tüm harfler sessiz artık. Yeti ile istek ne kadar yakın ve ne kadar uzak birbirine. Buradaki "ne kadar"ları çift anlamlı kullanıp kendimce özellik kattım cümleye. Sonuna koyduğum noktalama işareti mi belirleyecek zihnimden geçeni? Neden nokta bu kadar önemli ki? Neden virgülleme işareti değil? Neden virgül koymak ezik kalıyor nokta koymanın yanında? Yine çok soru sordum.
Ne yana baksam
aklım diğer yanda kalıyor.
Sahici duyguların peşindeyken
fasülyeden oluveriyorum.
Farklı takımlarda aynı malubiyet
çıkıyor karşıma
ben düşerken
korunaksız alfabelerden.
Önüm arkam sağım solum
sobe.
Saklanmayan
körebe.
Bana ait olmayan yazıları üzerime alınıyorum hâlâ.
Sahibi olmadığım kelimeleri gasptan suçlu bulunuyorum. Arama emriyle dayanıyorlar kapıma. "Temiz, amirim" diyor birisi, "suç yok üzerinde, temiz." Kesin bir yerlere saklamışımdır ya da ağır gelmiştir taşıyamamıştır ceplerim. Öylece bırakıvermişimdir girişte duvarın yanına. Dünya zamanıyla yıllardır, yalnızlık zamanıyla yazılmadık sözlerdir, kişisel zamanımla şarkılardır birikmişim, biriktirmişimdir. Bir gecelik devalüasyonla sıfırlamışım, iflas edip kendime haciz koymuşumdur. Tüm söz varlığıma el konulmuş, tutamamışımdır. Yedeklediğim için, hiçbir şeyi kaybetmemiş olmam en büyük kaybım olmuştur bazen.
Tüm bunları düşünürken ben kaşla göz arasında, bana ait olduğu için bende kalamayacak olan defterler geliyor aklıma. Şimdiki zamanı geçmiş zamanla karışık kullandığım için kızıyorum kendime. Geçmiş zaman yerine geçti zaman kullanmalıyım belki de.
Saate bakıyorum, vakit epey geç olmuş. Zaman geç olmazdı misal, zaman ölmez de vakit gibi. Geçişsiz eylem olur da özne olmaz. Nesnesi olmadığım cümlelerde gizli nesne sanıyorum kendimi. Ve ben bana ait olmayan yazıları üzerime alınıyorum hâlâ.
Subscribe to:
Posts (Atom)