Wednesday 30 April 2008

camdan can

Aynı fay hattı mı bizi silkeleyen?
Kalbini çarptıran rüzgar mı
beni
beklemekle zamana bırakmak arasındaki
uçurumunun kıyısına getiren?

Doğal afet bölgesi kalbim;
sel, fırtına, deprem.
Hayatın hırçın yanları kuşatmış uykuları.
Verecek anlamım yok bu ara
olmayacak şeyleri isteyen
istememesi gerektiğini bilen
gerekliliklere duyduğu nefretle
kendisini yiyen içimde.

Bir boş şişeye
zehir de doldurabilirsiniz
su da;
kırıp kanata da bilirsiniz
elinizi,
kokunuzu da saklayabilirsiniz
hafızalara taşınmak üzere.

Bomboşum,
boş bir şişe gibi...
Kırıldığı için asla dolamayacak,
boş, kırık bir şişe...

Wednesday 23 April 2008

Cronus

Geçmiş ya da gelecek olduğunu anlayamadığımız zaman dilimleri olabilir mi?

Geçmiş ya da gelecek diye tanımlamamıza yarayan belirteçler aslında zihinlerimizin ürünü olabilir mi?

Tecrübeler geçmişe, hayaller geleceğe işaret ise kurduğumuz her hayal gelecek zamana dair olmak zorunda mıdır?

Şimdiki zaman nerededir?

Rüyalar nereye aittir?

Bunca çok soru doğurabildiğine göre, zaman kavramı dün, bugün ve yarından ibaret değildir. Ama bir dakika sonrası bile bilinmezdir nasıl oluyorsa.

Tahmin ile hayal arasındaki fark, olması beklenen ile olması istenen arasındaki farktır hepi topu. Şu an diye düşündüğümüz şey, hakimiyetimizin en yüksek olduğu andır düşüncesinde olduğumuz için, şu anı yaşamanın önemini vurgularız sürekli. Olabilirlik, zaman ile o kadar sıkı bir ilişki içerisindedir ki kapasite, aslında, zamanın beslediklerinden birisidir.

Zamanın insana verdiklerini küçük görmemek gerek. unutmamalıyız ki bizim fikir sahibi olamadığımız "gelecek", zamanın içindedir. Zamanın bize dostluğu da düşmanlığı da, bizim işleyen hayat süreci boyunca, zamandan istediklerimizi alıp alamamızla ilgilidir. İstekler ise zamanla değişebildiklerinden zamanın gücüne saygı duymaktan ve zamanı kontrol etmeye çalışmaktansa; onunla uyum içerisinde hareket edip hayattan payımıza düşeni en iyi şekilde kullanmak, yapabileceğimiz en akıllıca ve en duygusal şeydir belki de.

zamana sövgü

gel zaman
git zaman.

Tuesday 22 April 2008

benim soğuk denizim

Duyguların ne olduğunu anlayamazsınız çünkü anlamak beyin ile gerçekleştirilen bir eylemdir. Şarkılara ve kelimelere yükleyecek anlamınız hiç bitmez ama zaman geçer, biter, durmaz. Kendinizi bir anda bir nehrin üzerinde saçlarınızı rüzgara teslim etmiş buluverirsiniz. Özgürlük kokar hava. Duyular duygulardandır, bu yüzden dokunuşları/ dokunamayışları, kokuları, sessizliği, müzikleri ve gördüklerinizi unutamazsınız kolay kolay. Peşiniz sıra gelen bir kuyruk gibi olsalar da, kertenkeleler gibi istediğiniz yerde bırakamazsınız kuyruğunuzu, yeniden çıkacak eminliğiyle. Hızlanan ritimle artarken kalp atışları -ki genelde kalp mesul tutulur duygulardan oysa ruhtur asıl sahipleri- , yüzünüzde kalan bir gülümsemedir huzur. İsimler yersiz, sıfatlar gereksiz, kalıplar lüzumsuzdur. Her şey olduğu kadardır, olmadığı kadar da değildir. Aslında bu kadar basit, aslında bu kadar karmaşık.

Friday 18 April 2008

alış-ma

Unutmaktan sonra insanoğluna verilmiş en büyük nimetlerden biri olarak görüyorum alışmayı. "Ya alışamasaydık?" diye düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum inanın. Neye yani nasıl bir duruma alıştığımız da ayrı bir ilginçlik.

İyi şeylere çok çabuk alışıyoruz. Buradaki "iyi"den kastım, bir önceki durumdan daha iyi olana anlamında. Yani beklentilerimiz ve şikayet eşiğimiz çok çabuk değişebiliyor. "Bir olsa, ne şahane olur!" dediğimiz şeye ulaşınca bir anda çok normalmiş, zaten bizim hakkımızmış gibi algılayabiliyor zihnimiz. Hemen o şeyin bizim ya da hayatımızda olmasına alışıyoruz.

Ama hayatımızda olan ve önem verdiğimiz bir şey hayatımızdan çıkınca, aynı hızda olmuyor alışma süreci. Hele ki alışmak zorunda bırakılıyor isek. Kabullenmeye mecbur bırakan yani bizim etkimiz dışında ve istemediğimiz şekilde sonuçlanmış olaylara o kadar çabuk alışamıyoruz. Acı veriyor, sancılı oluyor. Ama eninde sonunda iyi de olsa kötü de her şeye alışılıyor.

Friday 11 April 2008

yalnızlık

herkesle konuşup, kimseye bir şey söylememektir.

Wednesday 9 April 2008

ayn-ı ayna

"Ne düşünürsen savaşa dair,
ben ondan uzağım, çok çok uzaklardayım.
Ne düşünürsen aşka dair,
ben işte oyum, yalnızca oyum, tümden oyum ben."

Mevlânâ Celâleddin Rumî

sizlik çare

Çaresizlik
"çare"nin yokluğu değil,
sorunun çözümünün bizim istediğimiz şekilde olmamasının
yarattığı hissiyattır.

akıllı soru

Aklım ruhumun neresinde?

Tuesday 8 April 2008

dinliyorum

sus.

elde ne var

Sebepler sonuçların oluşmasında etken olsalar da,
sonuç oluştuğu andan itibaren etkisizlerdir.
Sebepler sonuçları değiştirmezler.
Evet acıdır ama gerçek budur son tahlilde.

Monday 7 April 2008

özlü soru

Ben ruhumun ne kadarıyım,
ruhum benim kaçta kaçım?

Saturday 5 April 2008

dâhilî savaş

Fiilden türetilen tüm isimlerim
(çelişkilerim, korkularım, kuruntularım, kaçışlarım),
isimden türetilen fiilerime
(mücadele etmek, güçlü olmak, istek duymak, umutlu olmak)
karşı.

korkuyorum

kavra.

oyuncak

Lego parçaları gibi kutulara dolduruyorum kelimelerimi.
Herkesteki kadar kare ya da dikdörtgen aslında
benim logolarım da.
Hangisinden sonra
hangisinin geleceğini bilmeden
döktüğüm de oluyor önüme hepsini,
aklımdakini yapmak için
kutu içinde lego aradığım da.
Devirdiğim cümlelerin vebalini düşünmeyecek kadar
naifken kimi zaman hislerim,
şifreleyip "herkese göster ama kimseye söyleme" diye
öğütlediğim de olmuyor değil.
Oyuncak ediyorum sözcükleri de
oynamıyorum kutsal bulduğum duygularla aslında.
Kutsallığı üstüne titrememden sadece,
yoksa ilahi değil hatta olabildiğince beşeri
gücüm, direncim,
zayıf yanlarım, zayıflıklarım.
Önemsizliğinden de değil "söz"lerime "-cük" eklemem,
her biri bir cümle,
her cümlem bir hikâye(m) olabileceğinden...

Thursday 3 April 2008

eski zaman

Uzaktan bakılınca aynı görünüyorsa
ışıklar,
farklı şehirlere ait olduğunu insan
ne zaman anlar?
Kaç metre deniz,
kaç mil dağ
sıralanır
iki şiir arasında
ki
henüz yazılmamışsa
hâlâ
beni kim ikna eder
benim
şiirim olmadığına?
29 harfi sömüre sömüre
bitiremeyip,
yetiremeyip,
doyamamışsak hâlâ,
çocuklarsak,
parlak yıldızlarsak o zaman
o zaman
ne zaman?

Tuesday 1 April 2008

biten aşkların ardından

Bana kattıklarınızı kendimden ayıramayacağım gibi,
benden aldıklarınızı da
istesem de dolduramam bıraktığınız boşluklarıma.
Zamana bağılmış gerçekler.
Mutlakiyetten uzak ve değişebilirlermiş.
O fotoğraftaki bakış gerçek idiyse
şu an bakmayan gözler de gerçek.
Kurulan hayaller, yıkılan hayallerle
1-1 berabere.
Hiç bitmeyecek sanmakken aşk hisleri,
kurulan her ilişik yıkılmaya mahkumdur
doğa koşulları gereği.
Ardımdan ne kalacak zihinlerde kestiremiyorum,
gönüllerdeki hükmümü yitirdiğim aşikar.
"Ben"i besleyen "sen"lerden geriye
açlık kaldı, en çok da susuzluk.
Üşümek yokluktandır.
Ben miyim tek üşüyen?
Gurur akıldan mıdır yoksa kalpten mi?
Bir gülüş sımsıcacık da yapabilir içini,
kanatabilir de.
Karşılıklar karşılıksız kalabilir
ki her yön birbirine karşı olmayabilir
dönek dediğimiz şu dünyada.
Dönmesindendir oysa hayat
lakin pek lafını etmeyiz bunun da.
Büyümek daha az güvenip, daha çok korkmaktır,
belki de
cahil, deli ya da çocuk
hiçbirinin cesaretine sahip olamamaktır.
Duyguların fiziksel yansımalarını yitirmesiyle
daha az hissedince,
acı da daha az olur sandım.
Her zaman yaptığım gibi
yanıldım.
Yetmedim,
yetinmeyenlerde direndim belki de.
Olmayanın peşinden giderken
sevgimi sorgulayıp küçümseyenlerden korktum,
sindim.
Anneannemin kucağını özledim.
Saçlarımda dolaşmayan ellerin
"geçecek" demelerini düşledim.
Varlık yanılgısına kanmaktı oysa tek isteğim.
Güçlendikçe sertleşen kabuğum her kırılışında
daha çok battı, kanattı.
Tuttuğumu koparacak azimde,
uzanan elleri boş çevirmeyecek güçte,
kendini sevecek yalnızlıktayım.
Güvenim çoktan öldü,
umudum sizlere ömür...
Bende ikimize yetecek kadar biz kaldı aslında da,
ne ben verdim
ne kimse aldı…

belli belirsiz

Sürüncemede kalmak yoruyor beni. Kendi kendimle savaşır halde belirsizlik belasından kurtulmaya çalışıyorum da, bu belirsiz dediğim şey nasıl ve hangi yönde belirlenecek işte o korkutuyor beni. Yani belli olduğu "o" durum benim istediğim şey mi olacak?

Sanırım yine de, ne olursa olsun, net olması yeterli olacak benim için. Sınav stresindense, kalacak dahi olsam o sınavın bitip gitmesini tercih etmişimdir hep. Yeter ki bileyim. Karnımı ağrıtan, uykumu kaçıran, kafamı patlatacak kadar çok ve karışık düşüncelere boğan muallaktaki durumlar ihtiyarlatıyor beni. Yoruyor, enerjimi çalıyor. Keşke istediğim gibi olsa pek çok şey ama olmayacaksa da bilsem.

Kötü huylu umut yapıyor belirsizlik kalbimde. Üstelik ummaktan doğan güvensizlik duygusu yapıyor bende belirsizlik. Belli olsun istiyorum. Açıktan gelsin, anlayayım. Bilmediğim sürece düşmanken bana zaman; bildikten sonra, üstesinden gelmek ya da alışmak için destek alabiliyorum zamandan sanki. Muammalı durumlar keyfimi kaçırıyor benim. Duru olsun istiyorum yaşadıklarım. Her zaman olmuyor belki ama elimden geleni ardıma koymuyorum olsun diye. Soru işaretleriyle yaşamaktansa, canımı yakan gerçeklerle yüzleşmeyi yeğliyorum.