Thursday, 18 October 2007

bana kalsa

soba üzerinde
kızarmış ekmeklere yağ sürüp yemiş,
pişmiş enfes kestaneleri daha çok sıcakken soymaya çalışıp parmakları yanmış,
bekleyen portakal ve mandalina kabuklarının kokusuna alışmış,
daima bir çaydanlık su bulunmasının sebebini bir türlü anlayamamış;
merkezi sistemi 18inde öğrenmiş,
kaloriferin zenginlik ifadesi olduğunu düşünen,
ilkokula giderken siyah önlük giymiş

çocuğum hala...

Zarife

gitmeyi göze alabilirken
kalmak isteyebilecek kadar özgür,
sevebilecek kadar cesur,
biz olabilecek kadar çoğul,
paylaşabilecek kadar tekil,
uzansan dokunacak kadar yakın,
uzanmadığında ise canını acıtmayacak mesafede

olunamayacak kadar bayağı
bunları düşündürecek kadar derin
şu hayat zillisi…

Türk solu

Sağ olduğunu farkedemeyen,
farketse de söyleyemeyen,
kalıplara sarılarak geçmişe öykünen
siyasetin ismen içinde fakat kavramsal olarak siyasetten uzak,
nostaljik insanlar topluluğu...

gün olur

alıp başımı gidemem...
içim ezilir...

mübaşir

Sonbaharın yerlere döktüğü yaprakların arasında,
adımlar altında
kimsenin farketmediği
yollara yeksan yıllar...
Eksilen hayatların çoğalan kederlerine bahane
hep bir aldatılmışlık duygusu...
Adeletsizliğinden dert yanılan hayatın
dırdırcı karısı tatminsizlik'in
bitmez tükenmez şikayetlerinden
mahkemeye düşmüş,
suçlu aşk...
Ömür boyu hüzün cezası ise
umut mahkemelerinde temyizlik...