Saturday, 1 March 2008

Rayiha

Hanımeli gibi koksun istiyordu nefesi. Yavaş yavaş attığı adımlardan rahatsız olanlar tanıdık, imalı bakışlar atıyor; zaman zaman da üfleyif püfleyerek sağından solundan koşar adımlarla geçiyorladı. Rüzgar arkasından estikçe saçlarını dağıtıyor, uçuşan saçları da yüzünü örtülüyordu. Sakın adımlarla yürümeye devam etti. Her defasında onu üzerlerinde taşıyan taş bloklar, adımlarının altında eziliyordu bugün. Yalnızlığının ağırlığı çökmüştü ayaklarına. Paltosunun fermuarını boğazına kadar çekti ensesine vuran son rüzgardan sonra. Elleri cebindeydi. Nasıl göründüğünü umursamıyordu. Hiçbir sevdiği atkı örmemişti ona ve hayatında ilk defa dokunuyordu bu.

Titredi. Ne zaman korksa titreme gelirdi. Üşümek de korkmaktandı. Elleri buz gibiydi çoğu zaman. Sertleşen rüzgar, yağmayan yağmura inat hakimdi havaya. Sinsi bir esinti boğazındaki küçücük aralıktan içeri girip koynunu soğutuyordu, içi çayır cayır yanarken. Rüzgar mı yoksa hakkında vatandaşlık numarasından daha çok şey anlatan tedirginliği mi esiyordu belirsizdi. Gideceği yere yakınlaşırken terk ettiği yerden uzaklaşması gerekirdi mantıken lakin varışların terkedişlerin tohumu olduğunun farkındaydı.

Az bulunur şeylerin değeri yüksek olurdu. Herkes yalnızdı. Bir dünya dolusuydu yalnızlık, "Bu yüzdendir belki... Kimse bilmiyor yalnızlığın kıymetini" dedi sesli bir biçimde. Kimse dönüp bakmadı. Atalarından kalma lanetli bir yakuttu yalnızlığı. Dikkatlı dokunulmadığında elleri kanatacak kesin köşeleri vardı. Bu miras, dünyada gerçekten kendisine ait olan yegane şeydi. Sahibinden geçiyordu lanet yakuta, yahut yakut lanetin kaynağıydı.

Hanımeli koksun istiyordu elleri. Mevsim şartlarının el vermeyeceğini bile bile. Parmaklarını avuciçlerinde toplamazsa sığmıyordu elleri cebine. Tıpkı farkedilmesini istediği birşeyleri saklar gibi oldukça gevşek kapatmıştı parmaklarını. Rüzgar hızını kesmişti bir nebze. Aynı yavaşlıkta takip ediyordu adımları birbirini. Kaçan kovalayandı. Elleriyle saçlarını kulaklarının arkasına aldı. Kulak hizasında kalan ellerini sakallarının üzerinden kaydırarak çenesinde birleştirdi. Durdu. Nefes aldı. Sakince sola dönüp bildiği o dar sokakta yürümeye devam etti. Eski binanın önüne geldiğinde başını yukarıya doğru kaldırdı utanarak biraz da. Işığı hala yanan odanın penceresine baktı, boğazından aşağı eriyip aktı tüm sanrıları. Dudakları aralandı. Gevelediği kelimeleri kendisi bile duyamayınca boğazını temizleyerek çok da yüksek olmayan bir sesle tekrarladı: "İyi geceler!"

Odanın ışığının kapanmasını bekledi belki yarım belki de bir saat. Bir mücevher ustasına duyduğu saygıyla gülümsedi son kez yukarıdaki pencereye. Avucundaki yakutu sıkıca kavrayıp, ellerini cebine soktu. Her gece çıktığı hanımeli duasından elleri dolu dönüyordu yine.

Hanımeli koksun istiyordu yağmur. Fakat mevsim şartları elvermiyordu yarin ellerini koklamaya...

No comments: